Meyve bahçelerimizi nasıl sulayalım?

Eylül 16, 2021

Ülkemizin kullanılabilir su kaynakları çok sınırlıdır. Küresel ısınma sonucunda ortaya çıkması beklen sıcaklık, yağış, oransal nem, rüzgâr gibi iklim faktörlerinde meydana gelen değişimlerinde su kaynaklarını olumsuz etkilemesi beklenmektedir. Bunun yanında, hızlı nüfus artışı ile su kaynaklarına olan talebin artması ve su kalitesinin düşmesi gibi faktörler nedeniyle mevcut su kaynaklarının planlı ve randımanlı kullanılması son derece önemli hale gelmiştir. Bu nedenle üretimi yapılan bitkilerin belli bir sulama programı ile sulanması sadece bitki açısından değil, toprak ve su kaynaklarımızın sürdürülebilirliği bakımından da önem taşımaktadır.



Meyve ağaçlarının doğru sulanması için, suyun doğru zamanda, yeter miktarda kök bölgesinde ulaştırılması gerekmektedir. Sulama programları, ağaçların yetiştirildiği bölgeye, kullanılan anaca, ağaçların yaşına, verim durumuna ve toprak bünyesine bağlı olarak değişiklik gösterir.

Meyve türlerine bağlı olarak 1 mm 2 de 200-800 adet arasında değişen stoma (yapraklar üzerinde gözle görülemeyecek kadar küçük delikler) bulunur. Toprak nemi azaldığında yani yeterli sulama yapılmadığında bu stomalar kapanmaya başlar, terleme azalır, bitkilerde stres etkileri görülmeye başlar ve kökler suyu almak için daha fazla enerji harcamak zorunda kalırlar. Tomurcuklar zayıf kalır ve takip eden ilkbaharda iyi gelişim gösteremezler. Sürgün gelişmesi zayıf olur, ağaçlar tepe tomurcuklarını daha erken oluşturarak gelişimlerini durdururlar. Bu olumsuz etkilerin yanında, yaprak alanının küçülmesine, meyve dökümüne, sürgünlerin kurumasına, güneş yanıklıklarının artmasına yol açar.



Aşırı sulama yapıldığı zamanda, tek yıllık sürgünler yeterince pişkinleşemez (odunlaşmaz), bu yüzdende erken sonbahar soğuklarından ağaçlar daha fazla zarar görür. Yüksek neme bağlı olarak mantari hastalıklar daha çok ortaya çıkar. Fazla su, ağaçların daha fazla dal ve yaprak oluşturmasına, aşırı gölgelenme meydana gelmesine ve meyvelerin yeterince renklenmemesine sebep olur. Fazla su topraktaki oksijen miktarını azaltacağı için bitki gelişimi bu durumdan olumsuz etkilenir.

Sulamada kullanacağımız suyun analizinin mutlaka yapılması gereklidir. Suyun bileşiminde bulunan zararlı maddeler tedbirler alınarak kullanılabilecek düzeyde ise, sulama yöntemi de buna göre belirlenmelidir. Eğer tuz içeriği fazla olan su mecburen kullanılmak istenirse Sulardaki tuzun uzaklaştırılması için ozmoz yöntemi kullanılabileceği gibi, iyon tutucu kimyasallarda kullanılabilmektedir. Fakat bu yöntemler pahalı olduğundan tavsiye edilmemektedir. Hafif tuzluluk olan yörelerde sırta dikim sistemi kullanılarak bahçe tesisi yapılabilir.,



Eğer sulama suyu içinde izin verilen miktardan fazla klor varsa ya üstü açık havuz yapılarak su bekletilmeli ya da suya yeteri kadar askorbik asit ilave edilmelidir. Sularda normalden fazla bor varsa, bu durum yapraklarda kloroz(sarılık) ve nekrozların (lekeler) oluşmasına, dolayısıyla da fotosentez ve solunumu olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda da meyvelerde verim ve kalite düşmektedir. Suda bulunan bor birkaç yöntemle uzaklaştırılabilmektedir. Fakat bu yöntemlerin etkinliği az olup, maliyetleri de çok yüksektir.

Meyve ağaçlarında su yetersizliğinde prolin birikimi artar. Prolin birikimi yapraklarda erken yaşlanmaya neden olur. Fidan ya da ağaçların taç iz düşümüne tek veya birkaç noktadan değil de halka


şeklinde birçok noktada su verilmelidir. Ana gövdeye su değdirilmemelidir.

Tarım ve Orman Bakanlığı Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Bireysel Sulama Sistemlerinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ 25 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu kapsamda 30 Ocak 2021 ile 31 Aralık2025 tarihleri arasında yüzde 50 oranında hibe desteği sağlanacak. Başvurular 1 Mart tarihinde başlayarak ve 1 Nisanda sona erecektir.


Yağış artırım çalışmaları

Eylül 16, 2021

 

Kuraklık ve kuraklığa karşı çare arayışları, insanların yaratılışı ile başlamıştır. Kurak dönemlerde Müslümanların dua; câhiliye toplumlarının ise sihir, büyü gibi metafizik metotlarla yağmur arayışına, 20. yüzyılda yapay yağış yöntemleri ilave edilmiştir.
Su, iki hidrojen ve bir oksijen atomunun birleşmesi sonucunda ortaya çıkan bir moleküldür. Doğada bol miktarda hidrojen ve oksijen atomu bulunmasına rağmen, insanoğlu bu atomları bir anda birbirlerine bağlayarak suyu oluşturamaz. Suyun oluşabilmesi için bu iki atomun çok yüksek bir sıcaklık ve enerji seviyesinde çarpışmaları gerekmektedir. Bu çarpışma esnasında, hidrojen ve oksijen atomlarını oluşturan bağlar zayıflar ve bu iki atom, yeni bir molekül olan suyu oluşturmak üzere birleşirler. Çarpışma esnasında suyun oluşabilmesi için gerekli yüksek ısı ve enerji, şuan yeryüzünde mevcut değildir. Yeryüzünde bulunun bütün sular, dünyanın oluşumu esnasındaki yüksek ısı ve enerji sonucu oluşmuştur. Şu anda dünyada su elde etmek için yeterli sıcaklık ve enerji bulunmamaktadır.


Ancak, az da olsa yağmur oluşturabilecek özellikleri taşıyan bulutlar varsa bazı müdahalelerle yağmur oluşturması bazı teknikler kullanılarak mümkün hale getirilebilmektedir. Yirminci yüzyılın başında yapay yağmur yağdırılması için, su damlacıklarının çarpışmasının hızlandırılması ve yeni tohumlama tekniğinin geliştirilmesi amacıyla kum parçacıkları kullanılmıştır. 1909’da Yeni Zelanda’da benzer girişimlerde bulunulmuş, 1922 yılında uçak kullanarak ilk olarak bulut tohumlama teşebbüsüne başvurulmuştur. Kuru buz ile bulutları tohumlama II. Dünya Savaşı’ndan önce gerçekleştirilmiş, 1931 yılında Hollanda’da, uçaktan buluta tohumlama yapmak için yoğunlaştırıcı olarak kuru buz kullanmıştır.


Çin, 2008 Yılı olimpiyatlarının açılış törenleri öncesi, açık bir gökyüzü oluşturmak için yağmur oluşturma işleminin tersini uygulayarak bulutsuz ve yağmursuz hava oluşması sağlanmıştır. Halen Dünyada 24 ülkede uygulanan yağış artırım çalışmaları Türkiye’de ilk olarak 1990 yılında İstanbul’da İSKİ tarafından uygulanmış, İstanbul’da başlayan uygulama daha sonra Ankara ve İzmir ile devam etmiştir. 2016 yılında Çin’deki Tsinghua Üniversitesi’nde araştırmacılar tarafından geliştirilen ‘Sky River’ adlı bir proje ile yaklaşık 1.6 milyon kilometre kare genişliğinde büyük bir alana yağmur yağdırmayı planlamıştır. Bu çalışmayla elde edilecek yağış miktarı ile Çin’deki su tüketiminin yüzde 7’sinin karşılanabileceği belirtiliyor. Rusya Federasyonu'na bağlı Kırım Cumhuriyeti, yarımadadaki yağmurları yapay yollarla artırmaya yönelik deneysel hava çalışmalarının hayata geçirilmesi için yaklaşık 2.5 milyon TL sözleme imzaladı.

Yağış artırımı çalışmalarında; bulutların içinde ne kadar sıvı su ve tanecik olduğu değişik ölçümler yapılarak belirlenir. Eğer tanecik yoğunluğu eksikse bulutun içerisine gümüş iyodür bırakılır. Gümüş iyodür tanecik yoğunluğunu arttırdığı için yağmur şartları oluşur ve yağmur yağar. Gümüş iyodür de bir fişek halindedir, yakılarak bırakılır. Bu fişekler Uçaklardan, yüksek tepelerden roketatarla atılabilir. Bir buluta ortalama 100 gr civarında gümüş iyodür gönderilmektedir. Gümüş iyodüründe çevre ve insan sağlığı açısından olumsuz etkisinin olmadığı bilinmektedir.


Sınırlı kaynaklarımızın, öncelikle Aya gitmeye değil de kuraklık etkisini azaltabilecek yağış artırım teknik ve teknolojilerini geliştirmeye harcanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde 207 Üniversitemiz ve on binlerce de öğretim üyemiz var. Bu üniversitelerimizden her yıl 8400 gencimiz mezun oluyor. Siyasetçilerimizin, Üniversitelerimizin ve öğrencilerimizin günlük kimseye faydası olmayan kısır çekişmeleri bırakıp, bir an evvel bilimsel çalışmalara, akl’ ı selime dönmeleri zorunlu hale gelmiştir


Ülkemize ve dünyaya yağmur ve bereket sağlayacak, açlık çeken insanlara gıda ve su olacak,  Yağış Artırım çalışmaları ve benzeri araştırmalara yönelip yeni teknikler ve teknolojiler geliştirsek, yeniden Farabi, Biruni, Ali Kuşçu, Cabir Bin Hayyan, Cahit Arf, Aziz Sancar ve Mete Atatüre gibi bilim insanlarını yine yetiştirebiliriz. Dünya yeniden Türk bilim insanlarını ve bilime yaptıkları katkıları konuşur hale gelir. Ne dersiniz o günler yakın mı?


Yazının devamı...

Artan gıda fiyatlarının sebepleri ve çözüm önerileri

Eylül 16, 2021

Çarşı pazardaki fiyat artışları ile Türkiye İstatistik Kurumu enflasyon rakamları arasında ciddi bir fark var. Vatandaşın Devletine güveninin arttırılması için bu farkın ortadan kaldırılması çok büyük önem arz etmektedir. Önce Devlet dürüst olacak, sonrada vatandaşından dürüst olmasını isteyecek.

Gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının sebepleri;

  1. Temel girdilerdeki (mazot, gübre, ilaç, enerji, su, tohum, yem) maliyetlerin yüksekliği.
  2. Gıda fiyatlarını, daha fazla üreterek değil daha fazla ithalat yaparak düşürme politikaları.
  3.  Piyasanın büyük ölçüde market zincirleriyle, hallerdeki komisyoncular ve tüccarların egemenliği altında kalması.
  4. Tarımsal üretim planlamasının yapılamaması nedeniyle oluşan arz-talep dengesizliği.
  5. “Paramız var ithal ederiz”, “ithal etmek haram mı” anlayışı.
  6. Üreticilere verilen üretim desteğinin çok az verilmesi ve zamanında ödenmemesi.
  7. Pandemiden dolayı ihracatçı ülkelerin stok yapmaları ve temel ürün fiyatlarının genel anlamda artış göstermesi.

Aslında sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada son yedi aydır gıda fiyatları artış göstermiştir. Bunda elbette tüm dünyada etkisini hissettiren kuraklık ve Corona salgının etkileri var. Ancak, Türkiye’deki gıda fiyatlarındaki artış oranı sadece bu etkenlerle açıklanamayacak kadar yüksek. Türkiye gıda fiyatlarındaki bu artışla gelişmekte olan ülkeler arasında Arjantin’den sonra ikinci sırada, OECD ülkeleri arasında ise açık farkla ilk sırada yer aldı.



 Türkiye yıllardır ithalat yaparak gıda fiyatlarını düşürmeye çalışıyor. İthalatın gerçekten de kısa süreli fiyatları düşürücü etkisi vardır. Ama yapılan her ithalat yerli üreticiyi zarar ettirdi ve üretmekten uzaklaştırdı. Ülke içinde üretim azalınca, ithalat miktarı ve ürün fiyatları da artış gösterdi. Bu bir kısır döngüdür ve biz yıllardır bu kötü sarmaldan kurtulamadık. Gıda ürünlerindeki bu yanlış ithalat politikası hem ülke ekonomisine zarar vermekte hem de güvenli ve yeterli gıdaya ulaşımı zorlaştırmaktadır. Bu sarmaldan kurtulmanın çaresi ithalata verdiğimiz desteği üreticilerimize vererek ihtiyacımız olan tarımsal ürünleri ülke içinde üretebilir hale gelmektir. Kimse üreticilerin daha fazla desteklenmesi ve desteklerinde zamanında verilmesi gerektiğini konuşmuyor.  Ticaret Bakanlığı fiyat denetimleriyle durumu kontrol altına almaya çalışıyor. Bu tür denetimlerin yapılması günü kurtarır fakat yarına faydası olmaz. Mutlaka gıda üretiminde kendi kendine yeter duruma gelmeliyiz.



 Tarımsal üretimdeki sorunlarımız yanında gıda işleme, tedarik ve dağıtım sistemimiz de sorunlu. Üretici ve tüketici kooperatiflerimiz yetersiz ve güçsüz. Pazar büyük oranda zincir marketler ve yüksek karlılık politikası ile hareket eden aracılara kalmış. Çözüm; gıda sektöründe de piyasayı tümüyle özel sektörün insafına bırakmak yerine müdahaleci kamucu politikalara geçmek, gıda tedarik zincirini kısaltarak üretici ve tüketici kooperatifleri yoluyla gıda piyasalarını düzenlemek. Avrupa Birliği ülkeleri bu sorunu kooperatiflerle çözmüş. Tarımsal ürünlerin neredeyse yüzde 100’ünü kooperatifler tüketicilere pazarlıyorlar. Türkiye’de bu oran sadece %3 ile 4 arasında kalıyor.


Tarım ürünleri üretimi ve piyasa düzenlemelerini devlete ait kurum ve kuruluşların düzenlemesi gerekmektedir. Ülkemizde gıda ve tarım ürünleri piyasalarını yakından izlemek amacıyla Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi, 9 Aralık 2014 tarihinde kurulmuştur.  Söz konusu komitenin bu güne kadar hangi kararları aldığını ve uygulamaya aktarılmasını sağladığını bilmiyoruz. Daha etkin kararlar alarak uygulamaya konulmasını sağlamasını ve yaptığı çalışmalar konusunda kamuoyunu daha fazla bilgilendirmesini bekliyoruz.



 III. Tarım Orman Şurası 18-21 Kasım 2019 tarihinde yapılmıştı. Bu kapsamında 4 ayda tarımın sorunları ve çözüm önerileri ile ilgili 50 bin fikir oluşturulan çalışma gruplarına iletilmişti.  2 bin kişiden oluşan 21 çalışma grubunun 4 aylık mesaisi sonrası 21 Kasım 2019'da alınan Şura kararları kamuoyuna duyurulmuştu. Tarım ve Orman Bakanımız Sayın Dr. Bekir Pakdemirli 2020 yılında tamamlanacak eylemlerden ilkini ''Tohumdan Sofraya Dijital Değer Zincirinin Kurulması'' olarak açıklamıştı. Bu eylem planı 2020 yılında tamamlanıp, tohumdan sofraya tüm aşamaların izlenebileceği sistemin kurulması ile arz-talep dengesi, gıda güvenirliliği sağlanacaktı, üretim planlaması yapılarak, üretici korunacak, tüketici kollanacaktı. Üreticinin geliri artarken, tüketici de uygun fiyata kaliteli beslenebilecekti.


 Bu sistem çerçevesinde tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri kurulacaktı. Fakat 2020 yılında tamamlanacağı söylenen eylem planı 2021 yılına girmemize rağmen uygulamaya aktarılamadı. Aktarılabilmiş olsaydı biz gıda arzı ve yüksek fiyatları bu gün konuşuyor olmazdık. Büyük masraflar yapılarak çok sayıda insanla görkemli toplantılar yapmak maalesef tarımın problemlerini çözmüyor. Bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı neler yapıldığı konusunda bilgilendirme yaparsa, bende bu sütunlardan size duyurmak isterim.

Yazının devamı...

Tarımsal kuraklık

Ocak 18, 2021

 


Tarım sektöründe kuraklığın anlamı, diğer sektörlerden daha farklıdır. Çünkü bitkiler için yıl içerisinde yağan toplam yağıştan çok, büyüme dönemlerinde bitki kök bölgesinde var olan su daha önemlidir.  Dolayısı ile bitkilerin çıkış ve gelişme döneminde ihtiyaç duydukları suyun toprakta bulunamaması, tarımsal kuraklık olarak adlandırılmaktadır.                                      Türkiye’de bu sene ekim, kasım ve aralık ayında yaşanan yağış yetersizliğini, kısa dönemli kuraklık olarak değerlendirebiliriz. Bu dönemde yağışlar geçen yıla göre yüzde 21 azalma gösterdi. Kış ve bahar yağışlarının istenilen düzeyde olmaması durumunda, kuraklık etkisini göstererek tarımsal üretimde ciddi azalmalara sebep olabilir. Aynı zamanda Covid-19 salgınının gıda arz güvenliği üzerindeki tehdidi de halen devam etmektedir. Yani paramız olsa bile (olduğu da şüpheli zaten) ihtiyaç duyduğumuz tarımsal ürünleri ithal ederek alabileceğimiz ülke bulamayabiliriz.



Tarımsal üretimi etkileyen faktörler toprak, tohum, insan ve iklimdir. Bunlardan iklim dışında kalan diğer faktörler genellikle kontrol ve ıslah edilebilir. Tarım teknikleri ne kadar gelişirse gelişsin iklim faktörleri tarımsal üretimi önemli ölçüde etkilemeye devam etmektedir. Yağışların devamlılığını sağlayarak, su arzını artırmak elimizde olmasa da, kuraklıktan kaynaklanan olumsuz etkileri azaltmak elimizdedir. Kısa ve uzun vadede alınması gereken bazı tedbirler.     


                                                      

  1. Geleneksel sulama sistemleri yerine basınçlı sulama sistemleri özendirilmeli, kırsal kalkınma desteklerinde basınçlı sulama projelerine yüzde 50 hibe desteği arttırılarak devam ettirilmelidir.
  2. Tarım ve Orman Bakanlığının hazırladığı “Yeraltı Barajları Eylem Planı” kapsamında, 2023 yılına kadar 100 yeraltı barajı yapılması planlanmıştır. Bu güne kadar 16 tanesi tamamlanmış olup diğerlerinin de bitirilmesi için yapılan çalışmalara hız verilmelidir.
  3. Tarım ve Orman Bakanlığı  "Nadas Alanlarının Değerlendirilmesi Projesi" kapsamında %50 destekli nohut ve arpa gibi bitkilerin tohumluğu daha çok çiftçiye daha fazla ulaştırılmalı ve bitki türleri arttırılmalıdır.
  4. Yağmur ve kar sularının depolanarak tarımsal sulamada kullanılması gerekmektedir. Bu yöntem su hasadı olarak isimlendirilmektedir. Biriktirildiği yere ve kullanım türüne göre farklı yöntemlerle yapılabilen su hasadının yaygınlaştırılması küçümsenmemeli ve göz ardı edilmemelidir.
  5. Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü bünyesinde kurulan “Kuraklık Test Merkezi” kuraklığa dayanıklı hububat ıslah çalışmalarına ve diğer Ar-Ge çalışmalarına hız vermeli ve kuraklığa dayanıklı yeni çeşitleri çiftçilerin hizmetine bir an evvel sunmalıdır.
  6. Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı” kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığı, kuraklık riskinin azaltılması ve yönetilebilmesi için 2023 yılına kadar toplam 25 havzanın planlarını hazırlayarak uygulamaya aktarmayı planlamaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalara hız verilerek sonuç alınması sağlanmalıdır.
  7. İlçe Bazlı Kuraklık Verim Sigortası 31 Ocak tarihine kadar buğday, arpa, yulaf, çavdar ve tritikale ürünleri ile bu ürünlerin sertifikalı tohumlukları için yaptırılabilmektedir. Çiftçilerimizin dolu ve kuraklık için mutlaka sigorta yaptırmalarını tavsiye ediyorum.
  8. Bakanlıkların su tasarrufu konusunda, kamu spotları, afişler, çizgi filmler gibi halkta tasarruf bilincinin arttırılması ve farkındalık oluşturulması konularında çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
  9. Tüm bunların yanında, günlük hayatımızın her aşamasında her konuda olduğu gibi özellikle su tasarrufu konusuna azami hassasiyet göstermeliyiz. Hazreti Muhammed (SAV)’in , "Irmak kenarında bile olsa, abdest alırken suyu israf etmeyin" hadisi asla unutulmamalı.

Kaynak: Tarımsal kuraklık - Dr. Mevlüt Şahin

Bodur badem yetiştiriciliği

Kasım 08, 2020


 Meyvecilik tüm dünyada tarımın en hızlı gelişen sektörleri arasında yer almaktadır.  Bu durum üreticileri yeni bahçeler kurmaya ve bahçelerinde yeni nesil anaç ve çeşitler ile modern teknolojileri kullanmaya yönelik yatırımları artırmaya yöneltmektedir.  Meyvecilik tarımında sürdürebilirliğin sağlanması için, birim alandan alınan verimin arttırılması maliyetlerinde düşürülmesi zorunlu hale gelmiştir. 

Meyve yetiştiriciliğinde verim birkaç yöntemle arttırılabilir. Bunların başında bodur meyve yetiştiriciliği gelmektedir. Bir ağacın bodur olabilmesi için aşı yerinin altının yani anaç kısmının bodur özellikler taşıması gerekir. Bodur anaç kullanılması her ne kadar oldukça eski tarihlere dayanıyorsa da 1960’lı yıllarda da ticari olarak kullanılmaya başlamıştır. Ülkemizde de 1980’li yıllardan beri özellikle elma ve armut yetiştiriciliğinde kullanılan bodur anaçlara esas ilgi 1990’lı yıllarda artmıştır. Son 20 yıldan beride bodur badem anaçlarının kullanımı ve bodur badem yetiştiriciliği giderek yaygınlaşmaya devam etmektedir.





Ağaçları küçülterek birim alana daha fazla sayıda ağaç dikilmesi yoluyla verim artışı sağlanır. Ağaçları küçültmede en etkili vasıta da bodur özellikler taşıyan anaç kullanmaktır. Bodur anaçlar sadece birim alandan elde edilecek verimi artırmakla kalmazlar. Aynı zamanda verime yatma yaşını öne alırlar, kaliteyi artırırlar, bütün kültürel (Budama, ilaçlama, gübreleme ve hasat gibi) uygulamaları kolaylaştırırlar, maliyeti düşürürler ve kısaca meye yetiştiriciliğini kolaylaştırırlar.

İspanyada yapılan araştırmalarda 4 metre sıra arası, 1 metre sıra üzeri mesafede dikilen badem bahçesinden 2. Yılda dekara 20-60 kg, 3. Yılda 60-150 kg, 4. Yılda ise 150-300 kg iç badem elde edildiği ifade edilmiştir. Normal yetiştiricilikte bir dekara ortalama 35 civarında fidan dikilirken, bodur badem bahçesi kurulurken 250 civarında fidan dikilebilmektedir.  




Ülkemizde badem yetiştiriciliğinin geçmişi incelendiğinde, ilk yıllarda tarla kenarlarında badem ağaçlarının dikimi şeklindeydi. Anaç olarak da yoğun bir şekilde acı badem tohum anaçları, çeşit olarak da erken çiçek açan yerli badem çeşitleri kullanılmaktaydı. Tohum anaçlarıyla kurulan bahçeler, geç meyveye yatmakta, büyük boylu ve hacimli ağaçlar oluşturmakta, daha az verim vermektedir. Yerli çeşitler erken dönemde çiçeklenmekte ve don zararına uğramaktadır. Son yıllarda geç çiçek açan Ferragnes, Ferraduel, Makako gibi çeşitler kullanılmaya başlanmıştır. Anaç olarak da GF 677, Garnem (GXN) gibi klonal anaçlar kullanılmaya başlanmıştır. Bu klonal anaçlar üzerine aşılanan çeşitler, acı badem anacı üzerine aşılanan çeşitlere göre daha kısa boy ve az taç yaparlar.



Bitki ıslahçıları yaptıkları araştırmalar neticesinde sık dikime uygun, erken yaşlarda meyve verdirebilen, sert çekirdekli ve sert kabuklulara uygun anaç ıslahına yönelmişlerdir. Bu araştırmaların sonucunda Rootback 20, Rootback 40, Rootback 70, Rootback 90, Rootback R ve Patrones Arda gibi anaçlar ıslah etmişlerdir. Bu anaçlarla sık dikim ( 4x1 m ) yapılmakta olup badem, şeftali ve kayısıda anaç olarak kullanılabilmektedirler.



Bodur badem ağaçlarını standartlarından ayıran özellik, sadece daha küçük olmaları değildir. Ağacın şekli ve yayılması, meyveye yatma yaşı, çiçeklenme ve hasat zamanı, sürgün çapı, ağacın ömrü, meyve verme tabiatı, yaprak/meyve oranı ve bitkinin besin maddeleri isteği yönünden bodur ağaçlar standartlarından farklıdırlar.



Yeni badem bahçesi kurmak isteyen girişimcilere öncelikle tavsiyem bu işi hem bilimsel olarak iyi bilen, arazide tecrübe sahibi olan, ülkemizde ve dünyada bu konularda yapılan araştırma ve geliştirme çalışmalarını iyi takip edebilen danışman kişilerden teknik destek almalarıdır. Bu alanda uzman kişilerin tavsiye ve yönlendirmeleri ile bodur badem yetiştirme tekniklerini uygulayarak bahçe kurmalarıdır. Budur badem yetiştiriciliği yapıldığı zaman bahçenin bakımı son derece kolaylaşmaktadır. Bunun yanında kısa sürede ve daha fazla verim alınabilmektedir. İlaçlama, budama ve hasat yapılırken mekanizasyon kullanımı daha kolay olmaktadır. Bütün Dünyada özellikle Avrupa Ülkelerinde yeni kurulan bahçeler bodur yetiştirme teknikleri uygulanarak kurulmaktadır.

Yazının devamı...

Biçerdöver dane kayıpları azaltılabilirmi?

Eylül 21, 2020

 


Tahıllar (buğday, arpa, çeltik, mısır, yulaf, çavdar v.b)  dünyada ve ülkemizde insan ve hayvan beslenmesinde en fazla kullanılan ürünlerdir. Ülkemizde tahıl üretimi tarım sektörünün olduğu kadar genel Türkiye ekonomisinin de temelini oluşturmaktadır. Ülkemizin ekili alanlarının yaklaşık % 75-80’ini tahıllar oluşturmakta ve bu alanların da yaklaşık % 75-80’i, yani üretimin 18-20 milyon tonluk kısmı biçerdöverle hasat edilmektedir.

Birim alandan elde edilen tahıl üretiminin artırılması için yapılan bilimsel çalışmaların yanı sıra gerçekleşen üretimin en az kayıpla ve daha kısa zamanda ekonomiye kazandırılması gerekmektedir. Türkiye’de özellikle biçerdöverlerle hasat esnasında elde edilen ürünün büyük bir kısmı dane kaybı olarak tarlaya dökülmekte bu nedenle verim arttırmaya yönelik çabalar bir anlamda boşa gitmektedir.


Türkiye’de de biçerdöverlerde izin verilen yasal dane kayıp oranı % 2’ dir. Ülkemizde yaklaşık 40 milyon ton tahıl üretimi yaptığımızı bu ürünü hasat ederken de yasal değer olan % 2 biçerdöverlerden kaynaklı kayıp verdiğimizi düşünürsek;  yıllık 800.000 ton tahıl ürününü toprağa karıştırıyoruz demektir. Oysa dane kayıplarının bazı yıllarda ve tarlalarda çok fazla olduğunu biliyoruz. Ortalama %3 civarında olduğunu kabul edersek, yıllık yaklaşık 1.200.000 ton tahılı toprağa karıştırıyoruz. Oysa alınacak bazı tedbirlerle bu kayıp oranları %1’ in altına kolaylıkla indirilebilir.


Geliştirilen modern bilişim ve otomasyon teknolojilerinin tarımda kullanılması ile “Tarım 4.0”, akıllı tarım veya hassas tarım teknikleri ortaya çıkmıştır. Sensörler yardımıyla verilerin toplanması, kontrolü ve karar vericilere doğru bilgi aktarma sistemleri yaygın kullanılır hale gelmiştir. Biçerdöverlerin ürün kaybını ölçmek için sensörlerden yararlanılmaktadır. Sensörlerin biri sarsakların altına ve diğeri de üst eleğin altında monte edilmektedir. Bu sensörler üzerlerine çarpan danelerin oluşturdukları ses etkisini frekans sinyallerine dönüştürürler. Sinyaldeki bir yükseltinin hasat kaybı olarak tarlaya dönen bir daneyi temsil ettiği kabul edilir. Bu frekans sinyali uygun bir elektronik devre ve gerekli hesaplamalar ile ürün kaybı değerine dönüştürülür. Sürücü ekrandan dane kaybı oranını kolaylıkla izleyip, dane kaybını önlemek için aldığı tedbirlerin işe yarayıp yaramadığını gözlemleyebilir. Bu sistemler geliştirilerek tüm biçerdöverlerde kullanılma zorunluluğu getirilmelidir.

Ülkemizde mevcut biçerdöver parkı yaş ortalamasının yüksek olması biçerdöver üzerindeki ayarlamaların tam olarak yapılmasına imkân vermemesi de kayıpların miktarını artırmaktadır. 20 yaş üzeri biçerdöverlerin hasat yapmasına izin verilmemesi, yenilenmesi için hurda indirimi uygulaması ve kırsal kalkınma teşvik kapsamına alınarak Türkiye biçerdöver parkı ivedilikle gençleştirilmelidir. Bu çalışma yapılırken yerli biçerdöver üretiminin desteklenerek bu konudaki döviz kaybının önüne geçilmelidir.


Hukuki yönden bugüne kadar kaydı yapılmamış olan biçerdöverlerin bir defaya mahsus olmak üzere sahipliğini ispatlayan kişiye ilk kayıt esnasında kolaylık sağlanması ve özendirilmesi.

Biçerdöver kontrollerinin daha etkin yapılabilmesi için biçerdöverlerin hasat alanı içerisindeki yerlerinin tespiti için GPS sisteminin takılması ve dane kaybı tespit sisteminin kullanılması zorunluluğunun getirilmesi ve bu sistemlerin uygulanması için tarımsal desteklemeler kapsamına alınarak sistemin özendirilmesi.


Erken hasadı önlemek amacıyla il koordinatörlüğünce hazırlanan Valilik tebliğine her il için ilk hasat tarihinin belirlenmesi ve bu tarihten önce hasada müsaade edilmemesinin sağlanması gerekmektedir.

Ülkemizin birçok bölgesinde tahıl hasadı halen devam ediyor. Bu seneki üretimin bol ve bereketli olmasını, alın teri hiç kurumayan milletin efendilerinin hak ettikleri geliri elde etmelerini temenni ederim.

Kaynak: Biçerdöver dane kayıpları azaltılabilir mi? - Dr. Mevlüt Şahin

Yazının devamı...

Tarım ilaçları ve salgın hastalıklar

Eylül 21, 2020

 


Dünyada tarım ilacı (pestisit) kullanımı çok eski tarihlere dayanmakta olup, bulgular M.Ö. 1500’lere kadar gitmektedir. Bilinen ilk pestisit ise Mezopotamya’da antik Sümer’de kullanılan kükürt tozudur. 15. yüzyılda arsenik, cıva ve kurşun gibi kimyasallar, 17. Yüzyılda nikotin ve 19. yüzyılda doğal tarım ilacı olarak pire otu kullanılmıştır. 1939 yılında DDT’nin pestisit olma özelliğinin keşfedilmesi ile kullanımı yaygın hale gelmiştir. 1940’lı yıllarda 2, 4-D ve 2, 4, 5-T, benzen hidroklorür, 1943’te prathion kimyasalı kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan çevresel göstergelere göre Türkiye’de 2017 yılında kullanılan toplam tarım ilacı miktarı, 2016 yılına göre %8,08 artarak yaklaşık 54.000 tona yükselmiştir.

Tarım ürünlerini zararlı, hastalık ve yabancı otlardan korumak ve kaliteli ürün elde ederek insanların besin ihtiyacını gidermek amacıyla kullanılan bu ilaçlar, eğer zamanında doğru şekilde ve tavsiye edilen dozda, zamanda ve miktarda kullanılmadıkları takdirde sadece uygulandıkları bölgede zarar oluşturmakla kalmayıp; hava, su, yağış, başka bir canlı ya da cansız varlıkla bulaşma, taşınma gibi birçok yolla doğanın dengeli sirkülasyonu içinde kendine yer edinmekte, ulaşabildiği her noktaya ulaşıp orada izler bırakarak çevreye zarar vermektedir. Bu yüzden tarımsal üretimde bilinçli ve denetimli tarım ilacı kullanımına özen göstermesi ve kalıntı sorununu çözecek uygulamalara geçmesi önem taşımaktadır.


Bulaşıcı salgın hastalıklar insanların vücut direnci düştüğü zaman öldürücü etki yapmaktadırlar. Öncelikle bu hastalıklardan yaşlıların ve kronik hastalıkları olan kişilerin en fazla etkilenmelerinin sebebi de budur. Vücut direncini düşüren çok sayıda etken bulunmaktadır.


 Bunların en önemlilerinden biriside tarım ilaçlarıdır. Tarım ilaçları İnsan kanında bulunan eritrosit (alyuvarlar) ve lökositlere(akyuvarlar) zarar verebilmekte ve sayılarının azalmasına sebep olmaktadır. Eritrositler dokular ile akciğerler arasında oksijen ve karbondioksit taşımasını yapmaktır. Lökositlerin görevi ise, vücuda farklı yollardan girmiş olan bakteri, virüs, mantar ve zehirli toksinleri tanıyarak, yok etmektir. Bu işlevi yerine getirirken damar yapıları içinde yer alan alyuvarlar, bakteri ya da virüsün bulunduğu bölgeye ulaşmak için damardan ayrılarak ilgili dokuya ulaşırlar ve bu zararlı organizmaları yok etmek için çalışırlar. Vücuda uzun yıllar ve düşük miktarlarda alınan tarım ilaçlarının zararlı etkileri daha sonra ortaya çıkmakta ve bu etkiler çoğu zaman geri dönüşümsüz olmaktadır.

Bulaşıcı hastalıkların 20. ve 21. Yüzyılda neden olduğu önemli salgınlar

1899-1923 yılları arasında Altıncı kolera salgınından 800.000 kişi öldü.

1918-1920 Yılları arasında grip salgınından 75.000.000 kişi öldü.

1957-1958 Yılları arasında Asya Gribinden 2.000.000 kişi öldü                     

1960’dan, günümüze kadar, HIV/AIDS salgını 30.000.000 kişi öldü.

2009 Yılı grip salgınından, 14.286 kişi öldü.

2010’dan, günümüze kadar Haiti kolerasından, Hispanyola’ da 8.500 kişi öldü.

2013-2016 Yılları arasında Batı Afrika Ebola virüsü salgınından 11.300 kişi öldü

2019’dan, günümüze kadar Koronavirüs salgınından 5.900 kişi öldü.

Bu günlerde Dünyayı kasıp kavuran Koronavirüs salgını ne ilk olmuş ne de son olacaktır. Daha önceki salgınlar nasıl atlatıldıysa bu salgınında inşallah en kısa zamanda çaresi bulunacaktır. Şu ana kadar bu salgınla mücadelede mevcut hükümet oldukça başarılı süreç yönetmektedir. Başarılarının devamını diliyorum. Vatandaşlar olarak ta bizlerde sorumluluk alıp bize düşen görevleri tam olarak yerine getirerek Devletimize yardımcı olmamız gerekmektedir. Paniğe ve strese kapılmadan cesurca her türlü tedbir alınmalı en önemlisi de vücut direncinin düşmesine fırsat verilmemelidir.


 Tüketicilerin gıdaları mevsiminde tüketmeleri yedikleri tarım ürünlerini özellikle sebze ve meyveler iyi yıkamaları, mümkünse öncelikle organik, en azından iyi tarım uygulamaları sertifikalarına sahip ürünleri tercih etmeleri gerekmektedir. Üreticilerinde mecbur kalmadıkça tarım ilacı kullanmamalarını, kullanacakları zamanda ruhsatlı ilaçları zamanında, uygun dozda ve ilaç kullanım zamanı ile hasat arasındaki süreye dikkat ederek kullanmaları çok büyük önem arz etmektedir. Ülkemizin bu zorlu süreci de kolaylıkla atlatacağı yönündeki ümitlerimi muhafaza etmeye çalışıyorum.

Kaynak: Tarım ilaçları ve salgın hastalıklar - Dr. Mevlüt Şahin

Yazının devamı...

Mikorizalar (kökmantarları) tarımın hizmetinde

Eylül 21, 2020


 Mikorizalara kökmantarları da denilmektedir. Kökmantarları köklerin giremedikleri ve uzanamadıkları yerlere girerek, orada bulunan bitki besin elementlerinin ve suyun bitki tarafından alınabilmesini sağlamaktadırlar.

Dört yüz milyon yıl öncesine ait fosillerde kökmantarlı yaşam arkeologlar tarafından tespit edilmiş olmasına rağmen, kök mantarlarının varlığı ilk defa 1885 yılında A.B. Frank isimli bir Alman orman patoloğu tarafından tespit edilmiştir.

 Kökmantarları bitkilere topraktan aldıkları çeşitli besinleri taşırken, bitkilerde fotosentez sonucu oluşan besinleri de kökmantarlarına verir. Orman ağaçları, çayır-mera bitkileri ve birçok kültür bitkileri için kökmantarı olmazsa olmaz sınıfında olup büyümeleri mutlak surette kökmantarı varlığına bağlıdır. Kökmantarları sayesinde küresel sanayi ve kentsel kirlenmeye bağlı olarak toprakta oluşabilecek düşük pH ve yüksek zehirli element yoğunluğu gibi olumsuz şartlara karşı bitkilerin dayanıklılıkları da artmaktadır. Buna paralel olarak, bitkilerin Fusarium mantarları gibi hastalık yapan diğer biyolojik zararlılara karşı da dirençleri artmaktadır.


Bazı kökmantarları köklerde çıplak gözle görülebilir. Bazılarının varlığı boya maddeleri yardımı ile mikroskop altında tespit edilebilir. Çoğunlukla hücreler arası boşluklarda bulunurlar. Hatta bazı kök mantarı miselleri köklerden 4 metre derinliğe kadar yayılarak, su ve besin maddesi alımında önemli işlevler görürler.


Fidanlara kökmantarı aşılaması, ilk kez Afrika’da dikilen ağaç türünün doğal ormanından toprak getirilerek yapılmıştı. Bu yönteme bilim adamları Geleneksel yöntem adını vermişler. Bu yöntemde kökmantarı bulaşık yerlerin toprağı alınıp, fidanların dikileceği topraklara karıştırılarak bulaştırılmaktadır. Bu yöntemde ilk 20 cm’lik kısmına yüzde 5-10 oranında toprak karıştırılması, tavsiye edilmektedir. 

Bir de Kökmantarlı kök taşıma yöntemi vardır. Daha etkili ve garantili olan bu yöntemde, daha çok fidanlık içerisinde yetiştirilmiş kökmantarı ile yoğun olarak bulaşmış parsellerdeki fidanların kökleri kullanılır. Zorunlu hallerde ise doğadan da temin edilen kökler kullanılabilir. Bu yöntemde fidan kökleri; çıplak gözle, büyüteçle ya da mikroskop altında incelenerek kökmantarı bulaşık olup olmadığı tespit edilir. Ardından kökmantarlı kökler, yüzeysel sterilizasyonun ardından, parçalanarak ekim yastıklarına ya da tüplere aktarılır. Bir de kökmantarları ile yoğun olarak bulaşmış parsellerdeki fidanların kendisi kullanılır. Bu yayıcı fidanlar tohum ekim yastıklarına yüzeysel sterilizasyonun ardından seyrek olarak dikilir. Belirli bir süre sonra yeni gelişen fidanlara kök mantarı bulaşmış olur.

Kökmantarları yapay olarak da elde edilebilmektedir. İlk çalışmalar 1970’li yıllarda başlamıştır.  Mantarların üreme organlarından yada köklerden alınan kök mantarlı parçalar, steril edildikten sonra, yine steril ortamda, içinde besin maddeleri bulunan kaplara ekilir. Buralarda çoğaltıldıktan sonra direk toprağa ve ya bitkilerin tohum ya da fidelerine bulaştırılıp kullanılabilmektedir. Bazen de kök mantarları belirli konukçuların köklerinde çoğaltılırlar. Topraktan eleme yöntemi ile elde edilen sporlar, yüzeysel sterilizasyonun ardından konukçusunun ekildiği kök mantarı ile bulaşık olmayan toprağa karıştırılır.


Yozgat Tarım ve Orman Müdürlüğünün yaptığı araştırmada kök mantarı bulaştırılarak ekilen domates üretiminde %26 verim artışı elde edilmiştir. Ayrıca kök mantarı bulaştırılarak yetiştirilen parsellerde hastalık ve zararlı etkisi çok az görülmüştür.

Günümüzde küresel ısınmanın oluşturduğu iklim değişikliği ve hızlı nüfus artışı su kıtlığını da beraberinde getirmektedir. Buna bir önlem olarak tarımsal üretimde kökmantarlarının kullanılması çok büyük önem arz etmektedir.

Araştırma Enstitülerimizde ve Üniversitelerimizde kökmantarları ile ilgili çok sayıda bilimsel araştırma yapılmaktadır. Fakat yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar pratiğe aktarılarak ticarete konu edilememektedir. Bu konuda araştırmacılarımızın yatırımcılarla koordinasyon halinde, günceli takip ederek, uygulamaya yönelik araştırma çalışmaları yapmaları önem arz etmektedir.

Kaynak: Mikorizalar (kökmantarları) tarımın hizmetinde - Dr. Mevlüt Şahin

Yazının devamı...

Solucan Gübresi

Nisan 23, 2020
Organik tarım sistemlerinin temeli, toprağın sürdürülebilirliği ve verimini arttırmaktır. Bunun sağlanması içinde bitkilerin organik içerikli besinlerle beslenmesi çok önemlidir. Bu amaçla hayvan gübreleri, malçlama, bitki kalıntılarından faydalanma, kompost, yeşil gübreleme, leonardit ve hümik asitlerden yararlanma uzun zamandan beri yaygın kullanılan yöntemlerdir.
Gittikçe azalan işlenebilir tarımsal arazileri üzerinde, artarak yükselen dünya nifusunu besleyebilmek için insanoğlu her geçen gün daha fazla kimyasal gübre ve tarım ilacı kullanmak zorunda kalmaktadır. Bunun sonucunda ekolojik kirlilik, topraklardaki çoraklaşma, insan ve bitki hastalıkları her geçen gün  artış göstermektedir.
Bu yüzden toprağı eski sağlığına kavuşturacak hastalık ve zararlılarla insan ve çevre sağlığına zarar vermeden mücadele edilebilecek, yüksek ve kaliteli verim elde edilebilecek organik yöntemlerin arayışı başlamıştır. Bu arayışların neticesinde solucan gübresi keşfedildi, ülkemizde ve dünyada kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır.
Solucan gübresi denilince, bitkisel ve hayvansal kökenli atık ve artıkların solucanların sindirim sisteminden geçirildikten sonra  elde edilen doğal organik gübre anlaşılmalıdır. Solucan gübresi denilince 2 türlü gübre akla gelmektedir.

 1. Worm casting veya Vermicast yani %100 solucan gübresi: Solucanlara verilen mamanın %100'ünün solucanların sindirim sisteminden geçmesiyle elde edilir.              
2. Vermikompost (Solucan Humusu): Solucanlara verilen mamanın %100 'ünün solucanların sindirim sisteminden geçmediği içinde ayrışmış ve ayrışmamış maddelerinde bulunduğu kompost karışımıdır. Solucan humusu içinde %40-60 arasında solucanların sindirim sisteminden geçmemiş mama veya diğer maddeler içermektedir. %100 solucan gübresini kullanmak solucan humusuna göre toprak ve bitkiler için daha yararlıdır. Yapılan araştırma ve gözlemlerle solucan gübresinin bozulan toprak yapısını düzelttiği, ürülerin verimini arttırdığı, hastalık ve zararlılar üzerinde baskı olşturduğu belirlenmiştir. Solucan gübresini diğer organik gübrelerden ayıran en önemli özellik mikrobiyal aktivite ve biyokütle açısından çok zengin olmasıdır.

Solucanlar günlük olarak kendi ağırlıkları kadar besin tükebilirler. Sığır, kümes hayvanları, koyun keçi, tavşan gübrelerini kolayca tüketebilmektedirler. Bunun yanında taze yiyecek artıkları, deniz yosunları, baklagil ve tahıl sap ve artıkları, oluklu mukavva, tavuk ve balık sakatatı, kan ürünleri ve hayvan ölülerinide yiyerek gübreye dönüştürebilmektedirler. Solucan gübresi su ile karıştırılarak fermente edildikten sonra Sıvı Solucan Gübresi diğer adıyla Vermikest Çayı elde edilmektedir. Sıvı solucan gübreleri damla sulama yoluyla veya yapraktan uygulanabilmektedir.

Dünyada ilk solucan gübresini üreten ve tarım için önemini anlayan Mısırlılardı. Daha sonra 1809- 1882 yılları arasında yaşayan Charles Darvin solucanlarla ilgili araştırmalar yaptı ve 1881 yılında "Solucanlar" isimli kitabı yayınlandı. Daha sonra İtalya'da yaygın olarak üretilmeye ve kullanılmaya başladı. Solucan gübresi ile ilgili ilk defa Kayseri Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından 2015 Yılında "Vermikompost Çalıştayı" düzenlendi. Daha sonra yine aynı ilde "Vermikültür Derneği" kuruldu. Kırmızı Solucan Gübresi Oratk Üretim ve Pazarlama Kooperatifi 2018 Yılında Ankara'nın Kazan İlçesinde kuruldu. Bu alanda daha fazla sivil toplum yapılanmasına, bilimsel araştırma ve geliştirmeye ve yaygınlaştırma çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır.


Kaynak: Solucan Gübresi - Dr. Mevlüt Şahin
Yazının devamı...

Mikroorganizmalar tarımın hizmetinde

Nisan 23, 2020

Mikroorganizmaların yaklaşık 3,86 milyar yıl önce yaratıldıkları tahmin edilmektedir. Hiçbir canlı türü, dünyada yaşamın desteklenmesi ve devamı için mikroorganizmalar kadar önemli değildir. Dünyadaki mikroorganizmaların çoğu toprak kökenli veya toprak çevresi ile yakından ilişki içerisindedir.
İki ton topraktaki mikroorganizmaların ağırlığı 400-500 gr arasındadır. Bir gram toprak içinde 1.000.000.000 adet bakteri, 10.000.000 aktinomiset, 1.000.000 adet protozoa, 10.100.000 adet alg 1.000.000 adet mantar ve 1.000 adet maya bulunmaktadır. Topraklar her ne kadar cansız gibi görünse de bu kadar yaratığın yaşadığı canlı bir yapıya sahiptir. Yasin Suresinin 33. Ayetinde “Onlar için ölü toprak açık bir kanıttır. Ona can verdik ve ondan taneler çıkardık; işte bundan (ekmek vb. yapıp) yiyorlar” ayetinde toprağın canlı yapıda olduğu açıkça ifade edilmektedir. Modern araştırmaların bu gün varmış oldukları son nokta, toprağın her zerresinde Yüce Yaratıcının Hayy yani “Hayat Verici” manasındaki isminin tecelli ettiği şeklindedir.

Bitkilerin ihtiyaç duyduğu karbon, azot, fosfor, kükürt, demir ve magnezyum gibi elementler; mikroorganizmalar vasıtasıyla çeşitli ayrıştırma ve sentez süreçleri sonunda onlara yararlı şekle çevrilir. Mikroorganizmalar bu tür işlemleri aslında kendi besin ve enerji gereksinimlerini sağlarken oluştururlar. Farkında olmadan oluşturdukları bu ürünleri de toprakta yetişen bitkiler besin kaynağı olarak kullanır.

Japonya’nın Okinawa kentinde bulunan Ryukyus Üniversitesi'ne 1968 Yılında doğal dengeyi bozmadan ürünlerdeki verim ve kalite artışı sağlayabilmek için, topraklarda varlığını sürdüren bu mikroorganizmalarla ilgili araştırmalar yapılmaya başlamış. Bununla birlikte, o günlerde bir seferde sadece bir tür mikroorganizma ile çalışılıyordu.
Aynı Üniversitede Profesör olarak görev yapan Teruo Higa 5 yıl boyunca tek tür mikroorganizma üzerinde araştırmalar yaptıktan sonra olumlu sonuç elde edemedi. Daha sonra üzerinde çalıştığı mikroorganizmaları ayrı ayrı imha etmek yerine bir kovada biriktirdikten sonra, kanalizasyona atmak yerine bahçede bulunan çimlerin üzerine uyguladı. Bir hafta sonra karışık mikroorganizma türlerinden oluşan karışımın uygulandığı bu çimlerin diğerlerine göre belirgin şekilde büyüdüğünü fark edince anahtarın mikroorganizmaların kombinasyonu olduğunu anladı. Birçok denemeden sonra, Dr. Higa 1980'de sağlıklı bitki büyümesini destekleyen ve bu grup için "EM" adını verdiği en uygun karışımı keşfetti. EM  “Etkin Mikroorganizma”  teriminin kısaltılmış şeklidir.  EM değişik türde mikroorganizmalardan oluşmaktadır ve doğadan toplanarak kendine özgü şartlarda üretilen mikroorganizma kokteylidir. Tarım, hayvancılık, balıkçılık, tıp ve çevre alanlarında tüm Dünya’da son 20 yıl içinde son derece yaygınlaşmış ve halen 130 ülkede kullanılır hale gelmiş bulunmaktadır. Birçok ülkede EM bir içecek olarak izne sahiptir. EM teknolojisi ile üretilen ürünler ülkemizde de bilinmekte ve yaygın olarak kullanılmaktadır.

Ülkemizin tohumlu ve tohumsuz bitki takson sayısı yaklaşık olarak 12.000 olup bunun yaklaşık 4.000’i endemiktir. Yani dünyanın başka yerlerinde bulunmayıp sadece bizim ülkemizde bulunmaktadır. Tüm Avrupa’da toplam 3000 endemik tür bulunurken, Türkiye’de bu sayı 4.000 civarındadır. Topraklarımızda bulunan mikroorganizma türleri bakımından da çok zengin bir ülke olduğumuzu biliyoruz. Araştırma Enstitülerini ve Üniversiteleri Prof. Dr. Teruo Higa’yı örnek alarak bu zenginlikleri araştırıp bulmaya, insanlığın hizmetine sunmaya davet ediyorum.

Kaynak: Mikroorganizmalar tarımın hizmetinde - Dr. Mevlüt Şahin
Yazının devamı...